EVRİM TEORİSİ SADECE MATERYALİST BİR ZORUNLULUKTUR
Diyalektik materyalizmin mutlak ve kapsamlı
doktrinlerine olan inanç, yaşamın kökeni senaryolarında çok önemli bir
rol oynamaktadır… Yaşamın bir şekilde oluşmuş olması gerektiği… bu
konuda hiçbir kanıt olmamasına, hatta bunun kanıtlara aykırı olmasına
rağmen savunulmaktadır.(Hubert Yockey)
DARWINİZM VE MATERYALİZM
Tüm bu site boyunca ele aldığımız bilgiler, bizlere
evrim teorisinin hiçbir bilimsel dayanağı olmadığını, aksine evrimin
iddialarının bilimsel bulgularla açıkça çatıştığını göstermektedir. Yani
evrimi ayakta tutan güç, bilim değildir. Evrim teorisinin bazı “bilim
adamları” tarafından savunuluyor olmasının temelinde başka bir etken
vardır.O başka etken, materyalist felsefedir.
Materyalist felsefe, tarihin en eski düşüncelerinden biridir ve temel özelliği maddeyi mutlak varlık saymasıdır. Bu düşünceye göre madde sonsuzdan beri vardır ve var olan herşey de maddeden ibarettir. Bu tanım elbette bir Yaratıcı’ya inanmayı da imkansız kılar. Bu mantık gereği, materyalizm tarihin en eski çağlarından beri her türlü Allah inancına ve İlahi dine karşı olmuştur.
Materyalist felsefe, tarihin en eski düşüncelerinden biridir ve temel özelliği maddeyi mutlak varlık saymasıdır. Bu düşünceye göre madde sonsuzdan beri vardır ve var olan herşey de maddeden ibarettir. Bu tanım elbette bir Yaratıcı’ya inanmayı da imkansız kılar. Bu mantık gereği, materyalizm tarihin en eski çağlarından beri her türlü Allah inancına ve İlahi dine karşı olmuştur.
Peki ama materyalizm doğru mudur? Bir felsefenin
doğruluğunu ya da yanlışlığını test etmenin bir yöntemi, o felsefenin
bilimi ilgilendiren iddialarını bilimsel yöntemle araştırmaktır. Örneğin
10. yüzyılda bir felsefeci ortaya çıkıp, Ay’ın yüzeyinde kutsal bir
ağaç olduğunu, tüm canlıların aslında o dev ağacın dallarında meyve gibi
yetiştiklerini ve oradan dünyaya düştüklerini öne sürebilirdi. Bazı
insanlar da bu felsefeyi cazip bulabilir ve bunu benimseyebilirlerdi.
Ancak 20. yüzyılda Ay’a gidildiğinde artık bu tür bir felsefe öne
sürmenin imkanı kalmadı, çünkü orada öyle bir ağaç olup olmadığı
bilimsel yöntemle, yani gözlem ve deneyle anlaşılabilir hale geldi.
Materyalizmin iddiasını da bilimsel yöntemle
sorgulayabiliriz. Maddenin sonsuzdan beri var olup olmadığını, maddenin
madde-üstü bir Yaratıcı olmadan kendisini düzenleyip düzenleyemeyeceğini
ve canlılığı ortaya çıkarıp çıkaramayacağını araştırabiliriz. Bunu
yaptığımızda görürüz ki materyalizm aslında çökmüştür. Çünkü maddenin
sonsuzdan beri var olduğu düşüncesi, evrenin yoktan var edildiğini
ispatlayan Big Bang teorisi ile yıkılmıştır. Maddenin kendisini
düzenlediği ve canlılığı ortaya çıkardığı iddiası ise; adına “evrim
teorisi” dediğimiz iddiadır ve baştan beri incelediğimiz gibi o da
çökmüştür.
Ancak eğer bir insan materyalizme inanmaya kararlıysa,
materyalist felsefeye olan bağlılığını herşeyin önünde tutuyorsa, o
zaman böyle davranmaz. Eğer “önce materyalist, sonra bilim adamı” ise,
evrimin bilim tarafından yalanlandığını gördüğünde materyalizmi terk
etmez. Aksine, evrimi ne olursa olsun bir şekilde desteklemeye çalışarak
materyalizmi kurtarmaya, ayakta tutmaya çalışır. İşte bugün evrim
teorisini savunan bilim adamlarının durumu budur.
İlginçtir, bunu bazen
kendileri de itiraf etmektedirler. Harvard Üniversitesi’nden ünlü bir
genetikçi ve açık sözlü bir evrimci olan Richard Lewontin, “önce
materyalist, sonra bilim adamı” olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, ‘a priori’
(önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya
materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve
kuralları değil. Aksine, materyalizme olan a priori bağlılığımız
nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma
yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru
olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin
veremeyiz. (Richard Lewontin, “The Demon-Haunted World”, The New York
Review of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28)
Lewontin’in kullandığı “a priori” terimi oldukça
önemlidir. Bu felsefi terim, hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir ön
varsayımı ifade eder. Bir düşüncenin doğruluğuna dair bir bilgi yok
iken, onu doğru varsayar ve öyle kabul ederseniz, bu “a priori” bir
düşüncedir. Evrimci Lewontin’in açık sözle ifade ettiği gibi,
materyalizm de evrimciler için “a priori” bir kabuldür ve bilimi bu
kabule uydurmaya çalışmaktadırlar. Materyalizm bir Yaratıcı’nın
varlığını kesin olarak reddetmeyi zorunlu kıldığı için de, ellerindeki
tek alternatif olan evrim teorisine sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel
veriler tarafından ne kadar yalanlanırsa yalanlansın fark etmez; söz
konusu bilim adamları onu bir kere “a priori doğru” olarak kabul
etmişlerdir.
Bu önyargılı tutum, evrimcileri “bilinçsiz maddenin
kendi kendini düzenlediğine inanmak”gibi bilime ve akla aykırı bir
inanışa götürür. New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı
Robert Shapiro, evrimcilerin bu inanışını ve temelindeki materyalist
dogmayı şöyle açıklar:
Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA’ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke “kimyasal evrim” ya da “maddenin kendini örgütlemesi” olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme bağlılık uğruna inanılır. ( Robert Shapiro, Origins: A Sceptic’s Guide to the Creation of Life on Earth. Summit Books, New York: 1986, s. 207)
Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA’ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke “kimyasal evrim” ya da “maddenin kendini örgütlemesi” olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme bağlılık uğruna inanılır. ( Robert Shapiro, Origins: A Sceptic’s Guide to the Creation of Life on Earth. Summit Books, New York: 1986, s. 207)
İşte dünya çapındaki evrimci propagandanın temelinde bu
materyalist dogma yatar. Batı’nın önde gelen medya organlarında, ünlü ve
“saygın” bilim dergilerinde sürekli karşılaştığınız evrim propagandası,
bu tür ideolojik ve felsefi zorunlulukların bir sonucudur. Evrim,
ideolojik açıdan vazgeçilemez bulunduğu için, bilimin standartlarını
belirleyen materyalist çevreler tarafından tartışılmaz bir tabu haline
getirilmiştir.
Diğer bilim adamları ise, kendi kariyerlerinin devamı
için, bu zoraki teoriyi savunmak, ya da en azından aykırı bir ses
çıkarmamak durumundadırlar. Batılı ülkelerdeki akademisyenler, “doçent”,
“profesör” gibi ünvanlara ulaşmak ve bunları korumak için her yıl
belirli bilim dergilerinde makale yayınlatmak zorundadırlar. Biyoloji
ile ilgilenen söz konusu dergilerin tümü de materyalist evrimcilerin
kontrolündedir. Bu kişiler evrim aleyhtarı bir yazının yayınlanmasına
izin vermezler. Dolayısıyla her biyolog, bu egemen inanca bağlı kalarak
çalışma yapmak zorundadır. Çünkü onlar da evrimi ideolojik bir
gereklilik olarak gören, kurulu materyalist düzenin bir parçasıdırlar.
Bu yüzden, kitap boyunca incelediğimiz tüm “imkansız tesadüf”leri gözü
kapalı bir biçimde savunurlar.
Materyalist İtiraflar
Ünlü bir evrimci olan Alman biyolog Hoïmar Von
Dithfurt’un yazdığı bazı satırlar, bu gözü kapalı materyalist anlayışın
iyi bir ifadesidir. Dithfurt canlılığın son derece karmaşık yapısına bir
örnek verdikten sonra, bunun rastlantılarla ortaya çıkıp çıkamayacağı
sorusu karşısında şunları söyler:
Salt rastlantı sonucu ortaya çıkmış böyle bir uyum, gerçekten de mümkün müdür? Bu, bütün biyolojik evrimin en temel sorusudur… Modern doğa biliminden yana olan bir kimse, bu soruya “evet” yanıtını verme ötesinde bir seçeneğe sahip değildir. Çünkü doğa olaylarını anlaşılır yollardan açıklamayı kendisine hedef kılmış, bunları, doğaüstü müdahalenin yardımına başvurmadan doğruca doğa yasalarına dayanarak türetmeyi amaçlamıştır? (Hoimar Von Ditfudrth, Dinozorların Sessiz Gecesi, Cilt 2, Çev. Veysel Atayman, 2.b. İstanbul: Alan Yayıncılık, Mart 1995, s. 64.)
Salt rastlantı sonucu ortaya çıkmış böyle bir uyum, gerçekten de mümkün müdür? Bu, bütün biyolojik evrimin en temel sorusudur… Modern doğa biliminden yana olan bir kimse, bu soruya “evet” yanıtını verme ötesinde bir seçeneğe sahip değildir. Çünkü doğa olaylarını anlaşılır yollardan açıklamayı kendisine hedef kılmış, bunları, doğaüstü müdahalenin yardımına başvurmadan doğruca doğa yasalarına dayanarak türetmeyi amaçlamıştır? (Hoimar Von Ditfudrth, Dinozorların Sessiz Gecesi, Cilt 2, Çev. Veysel Atayman, 2.b. İstanbul: Alan Yayıncılık, Mart 1995, s. 64.)
Dithfurt’un da belirttiği gibi, materyalist bilim
anlayışı, hayatı “doğaüstü müdahalenin” yani yaratılışın varlığını
reddederek açıklamayı kendisine en temel prensip olarak belirlemiştir.
Bu prensip bir kez benimsendikten sonra, en imkansız olasılıklar bile
kolaylıkla kabul edilebilir.Bu dogmatik zihniyetin örneklerini hemen
hemen her evrimci çalışmada bulmak mümkündür. Evrimin Türkiye’deki önde
gelen savunucularından Prof. Ali Demirsoy birçok örnekten biridir.
Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, Demirsoy’a göre, yaşam için
mutlaka var olması gereken temel proteinlerden Sitokrom-C’nin tesadüfen
oluşması ihtimali “bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık
tarihini yazma olasılığı kadar azdır.” ( Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,
Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 61)
Kuşkusuz böyle bir ihtimali kabul etmek, akıl ve sağduyunun en temel
prensiplerini çiğnemek anlamına gelir. İnsan, bir kağıt parçası üzerine
yazılı tek bir harf gördüğünde bile, o harfin bilinçli birisi tarafından
yazıldığına emindir. İnsanlık tarihini anlatan bir kitap gördüğünde,
bunun bir yazar tarafından kaleme alındığından daha da emindir. Akli
dengesi yerinde olan hiç kimse, bu dev kitabın içindeki harflerin
“tesadüfen” yanyana geldiğini iddia etmeyecektir.
Ancak son derece ilginçtir, “evrimci bilim adamı” Prof.
Dr. Ali Demirsoy, tam da bunu kabul etmektedir: Bir Sitokrom-C’nin
dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani
canlılık eğer belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir
defa oluşacak kadar az olasılığa sahiptir, denebilir. Ya da oluşumunda
bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu
sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci
varsayımı irdelemek gerekir.( Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 94)
Kısacası Demirsoy, “doğaüstü güçleri kabul etmemek”,
yani Allah’ın yaratışını reddetmek için, imkansızı tercih etmektedir. Bu
yaklaşımın bilimle hiçbir ilgisinin olmadığı ise açıktır. Nitekim
Demirsoy, bir başka konudan, hücredeki mitokondrilerin kökeninden söz
ederken, tesadüf açıklamasını “bilimsel düşünceye oldukça ters gelmesine
rağmen” kabul ettiğini açıkça belirtir:
… Sorunun en can alıcı noktası, mitokondrilerin bu özelliği nasıl kazandığıdır. Çünkü tek bir bireyin dahi rastlantı sonucu bu özelliği kazanması aklın alamayacağı kadar aşırı olasılıkların biraraya toplanmasını gerektirir… Solunumu sağlayan ve her kademede değişik şekilde katalizör olarak ödev gören enzimler, mekanizmanın özünü oluşturmaktadır. Bu enzim dizisini bir hücre ya tam içerir ya da bazılarını içermesi anlamsızdır. Çünkü enzimlerin bazılarının eksik olması herhangi bir sonuca götürmez. Burada bilimsel düşünceye oldukça ters gelmekle beraber daha dogmatik bir açıklama ve spekülasyon yapmamak için tüm solunum enzimlerinin bir defada hücre içerisinde ve oksijenle temas etmeden önce, eksiksiz bulunduğunu ister istemez kabul etmek zorundayız.( Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 94)
… Sorunun en can alıcı noktası, mitokondrilerin bu özelliği nasıl kazandığıdır. Çünkü tek bir bireyin dahi rastlantı sonucu bu özelliği kazanması aklın alamayacağı kadar aşırı olasılıkların biraraya toplanmasını gerektirir… Solunumu sağlayan ve her kademede değişik şekilde katalizör olarak ödev gören enzimler, mekanizmanın özünü oluşturmaktadır. Bu enzim dizisini bir hücre ya tam içerir ya da bazılarını içermesi anlamsızdır. Çünkü enzimlerin bazılarının eksik olması herhangi bir sonuca götürmez. Burada bilimsel düşünceye oldukça ters gelmekle beraber daha dogmatik bir açıklama ve spekülasyon yapmamak için tüm solunum enzimlerinin bir defada hücre içerisinde ve oksijenle temas etmeden önce, eksiksiz bulunduğunu ister istemez kabul etmek zorundayız.( Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 94)
Tüm bu satırlardan anlıyoruz ki evrim, gerçekte bilimsel
araştırmaların sonucunda ortaya çıkan bir teori değildir. Aksine, bu
teori materyalist felsefenin gereklerine göre üretilmiş ve sonra da
bilimsel gerçeklere rağmen kabul ettirilmeye çalışılan bir tabuya
dönüşmüştür. Yine evrimcilerin yazdıklarından anladığımız üzere, tüm bu
çabanın bir de “amacı” vardır ve bu amaç, canlıların bir Yaratıcı
tarafından var edildiğini inkar etmeyi zorunlu kılmaktadır.
Evrimciler bu amacı “bilimsel amaç” olarak ifade
ederler. Oysa sözünü ettikleri şey bilim değil, materyalist felsefedir.
Materyalizm, madde-ötesinin (ya da “doğaüstü”nün) var olduğunu
kesinlikle reddeder. Bilim ise, böyle bir dogmayı kabul etmek zorunda
değildir. Bilim, doğayı incelemek ve sonuçlar çıkarmakla yükümlüdür. Bu
sonuçlar doğanın yaratıldığı gerçeğini ortaya çıkarıyorsa, bilim bunu
kabul eder. Gerçek bir bilim adamının yapması gereken de budur; 19.
yüzyılın köhne materyalist dogmalarına bağlanarak imkansız senaryoları
savunmak değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder