TASARIM TESADÜFLE AÇIKLANAMAZ!
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle
uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri
malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük
ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini
hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggride, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s.43)
Önceki bölümde hayatın tesadüfen oluşmasının ne kadar imkansız
olduğunu gördük. Biz yine de bir an için bu imkansızlıkları da kabul
edelim; milyonlarca yıl önce, yaşamak için her türlü malzemeyi elde
etmiş bir hücrenin meydana geldiğini ve bir şekilde “hayat sahibi”
olduğunu varsayalım. Ancak buna rağmen evrim teorisi yine çökmektedir:
Bu hücre bir süre yaşamını sürdürse bile, sonunda ölecek ve öldükten
sonra ortada hiçbir canlılık kalmayacak, herşey en başa dönecektir.
Çünkü genetik sistemi olmayan bu ilk canlı hücre kendini çoğaltamayacağı
için ölümünden sonra geriye yeni bir nesil bırakamayacak, canlılık da
bunun ölümüyle birlikte sona erecektir.Genetik sistem ise yalnızca
DNA’dan ibaret değildir. DNA’dan bu şifreyi okuyacak enzimler, bu
şifrelerin okunmasıyla üretilecek mRNA, mRNA’nın bu şifreyle gidip
üretim için üzerine bağlanacağı ribozom, ribozoma üretimde kullanılacak
amino asitleri taşıyacak bir taşıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara
işlemleri sağlayan son derece kompleks enzimlerin de aynı ortamda
bulunması gerekir. Ayrıca böyle bir ortam, ancak hücre gibi, gerekli tüm
ham madde ve enerji imkanlarının bulunduğu, her yönden izole ve tamamen
kontrollü bir ortamdan başkası olamaz…
Sonuçta bir organik madde, ancak bütün organelleriyle
birlikte kusursuz bir hücre olarak var olduğu takdirde kendini
çoğaltabilir. Bu da dünya üzerindeki ilk hücrenin, olağanüstü kompleks
yapısıyla, bir anda, oluştuğu anlamına gelmektedir.
Peki kompleks bir yapı, bir anda var olmuşsa bunun anlamı nedir?
Bu soruyu bir de şu örnekle soralım. Hücreyi
kompleksliği açısından ileri teknolojiye sahip bir arabaya benzetelim.
(Gerçekte hücre, arabanın motoru ve tüm teknik donanımına rağmen ondan
çok daha kompleks ve gelişmiş bir sistem içermektedir). Şimdi soralım:
Bir gün balta girmemiş bir ormanın derinliklerinde bir geziye çıksanız
ve ağaçların arasında son model bir araba bulsanız ne düşünürdünüz?
Acaba aklınıza ilk olarak, ormandaki çeşitli elementlerin milyonlarca
yıl içinde tesadüfen biraraya gelerek böyle bir ürün ortaya çıkardığı mı
gelirdi? Arabayı oluşturan tüm hammadde; demir, plastik, kauçuk vs.
topraktan ya da onun ürünlerinden elde edilmektedir. Ama bu durum size,
bu malzemelerin “tesadüfen” sentezlenip, sonra da biraraya gelerek
sonuçta ortaya böyle bir araba çıkardıklarını mı düşündürürdü?
Elbette ki, akıl sağlığı
yerinde olan her normal insan, arabanın bilinçli bir tasarımın, yani bir
fabrikanın ürünü olduğunu düşünecek, bunun ormanda ne aradığını merak
edecektir. Çünkü kompleks bir yapının aniden, bir anda, bir bütün olarak
ortaya çıkması, onun bilinçli bir irade tarafından var edildiğini
gösterir. Hücre gibi karmaşık bir sistem de elbette üstün bir ilmin ve
iradenin ürünüdür. Yani Allah’ın yaratmasıyla var olmuştur.

Evrimciler ise, tesadüflerin ortaya son derecede
kusursuz tasarımlar çıkarabileceklerine inanmakla, gerçekte aklın ve
bilimin dışına çıkmış olurlar. Bu konudaki açık sözlü otoritelerden
biri, Fransız Bilimler Akademisi’nin eski başkanı olan ünlü Fransız
zoolog Pierre Grassé’dir. Grassé bir materyalisttir, ancak Darwinist
teorinin canlılığı açıklayamadığını savunmakta ve Darwinizm’in temelini
oluşturan “tesadüf” mantığı hakkında şunları söylemektedir:Şanslı
mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını
sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan
fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce
tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani
mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük
olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı
yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil
edilmemelidir.( Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, New
York: Academic Press, 1977, s. 103)
Grassé, “tesadüf” kavramının evrimciler için ifade
ettiği anlamı da şöyle özetler: “…Tesadüf, ateizm görüntüsü altında
kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline gelmiştir.” ( Pierre-P
Grassé, Evolution of Living Organisms, s. 107)
Evrimcilerin mantık bozukluğu, tesadüf kavramını
kendilerine ilah edinmelerinin bir sonucudur. Nitekim Kuran’da,
Allah’tan başka varlıklara tapan insanların akletme yeteneğinden yoksun
oldukları şöyle haber verilmektedir: Kalpleri vardır bununla
kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır
bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.
İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Darwin Formülü!
Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin
yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip
olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle
özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir.
Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek
önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında bu atomlar bir şekilde diğer
canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın
yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya
getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden
geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda
bir “deney” tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama
yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına “Darwin Formülü”
adıyla inceleyelim:Evrimciler, büyük varillerin içine canlılığın
yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi
elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan
ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeyi de bu
varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar (doğal
şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir
tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10950 olan) protein
doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler.
Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin
başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar
nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene varillerin başında
beklesinler.
Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması
gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak ne
yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkaramazlar.
Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları,
atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri,
muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları,
karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus
kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca
canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını
saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde
edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi
oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp,
sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra
kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri
oluşturamazlar. Madde, ancak Allah’ın üstün yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen
aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde
biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça
gösterir.
Göz ve Kulaktaki Teknoloji
Evrim teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir
diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün algılama kalitesidir. Gözle ilgili
konuya geçmeden önce “nasıl görürüz” sorusuna kısaca cevap verelim. Bir
cisimden gelen ışınlar gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar,
buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve
beynin arka kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır.
Bu elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde
görüntü olarak algılanır. Bu teknik bilgiden sonra şimdi düşünelim:Beyin
ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu
yere kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla
ulaşmadığı, belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir.
Ancak siz bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı
seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 20.
yüzyıl teknolojisi bile bu netliği her türlü imkana rağmen
sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan
ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Bu
gördüğünüz netlikte ve kalitedeki bir görüntüyü başka bir yerde gördünüz
mü? Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon
şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. Bu, üç
boyutlu, renkli ve son derece net bir görüntüdür. 100 yıldır binlerce
mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev
tesisler kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar
geliştirilmektedir. Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde
tuttuğunuz bu kitaba. Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu
göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size iki boyutlu bir görüntü gösterir,
oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz. Dikkatli
bakın televizyonda bulanıklık var, bu bulanıklık sizin görüntünüzde var
mı? Elbette ki yok…


Gözü ve kulağı, kamera ve ses kayıt cihazları ile
kıyasladığımızda, bu organlarımızın söz konusu teknoloji ürünlerinden
çok daha kompleks, çok daha başarılı, çok daha kusursuz tasarımlar
olduğunu görürüz.
|
Uzun yıllardır, onbinlerce mühendis üç boyutlu TV
yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya çalışmaktalar. Her ne kadar üç
boyutlu bir televizyon sistemi yapabildilerse de, onu da gözlük takmadan
üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç boyuttur. Arka
taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur. Hiçbir zaman
gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada da,
televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın
tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda
duran televizyon tesadüfler sonucunda oluştu, atomlar biraraya geldiler
ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdiler dese ne düşünürsünüz?
Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını atomlar nasıl yapsın?
100 yıldan beri on binlerce mühendis, dev tesislerde,
büyük sanayi komplekslerinde, yüksek teknoloji laboratuvarlarında, en
ileri teknoloji imkanlarını kullanarak uğraşmış, araştırmış ve ancak bu
kadarını elde edebilmiş. Gözün gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü
oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü
görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. TV’dekinden çok daha
detaylı ve akıllı bir plan ve tasarım gerekmektedir. Bu kalitedeki ve bu
netlikteki görüntünün planı ve tasarımı ise herşeye güç yetiren Allah’a
aittir.
Aynı durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak,
çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir;
orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır;
iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne
gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma
merkezinde gerçekleşir.
Onyıllardır, binlerce mühendis kaliteli üç boyutlu görüntü
sistemi oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bunun için özel sistemler,
gözlükler kullanmaktadırlar. Teknolojideki olağanüstü ilerlemeye rağmen,
hiçbir zaman gözün gördüğü netlikte, üç boyutlu bir görüntü elde
edilememektedir.
|
Gözdeki durum kulak için de geçerlidir, yani beyin ışık
gibi sese de kapalıdır, ses geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar
gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna rağmen en net
sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın
senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü
duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi
ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.
Kulakta ve beyinde var olan bu kalite ve teknoloji
üstünlüğünü insanoğlunun ürettiği teknoloji ile karşılaştıralım yine.
Net bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa,
ses için de aynı çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt
cihazları, müzik setleri, birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik
sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu
teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın
oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır. En büyük müzik
sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik setini düşünün. Sesi
kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa mutlaka
parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir
cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü
olan sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir
zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses
ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı
günden bu yana böyledir.
Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses
cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve başarılı birer algılayıcı
olamamıştır. Kısacası vücudumuzda tüm insanlığın, asırların bilgi
birikimini, tecrübesini ve imkanlarını kullanarak ürettiği teknolojiden
daha üstün bir teknoloji vardır. Hiç kimse bir müzik setinin veya bir
kameranın tesadüfler sonucunda meydana geldiğini söyleyemez. Peki, bu
sistemlerden daha üstün olan insan bedenindeki teknolojilerin, evrim adı
verilen rastlantılar yığını sonucunda ortaya çıktığı nasıl iddia
edilebilir?
Açıktır ki, göz, kulak ve insan vücudunun diğer tüm
parçaları, çok üstün bir yaratılışın eseridirler. Bu eserler ise,
kendilerini yaratan Allah’ın eşsiz ve benzersiz yaratmasının, sonsuz
bilgi ve kudretinin apaçık göstergesidir. Görme ve işitme olayına burada
özellikle değinmemizin sebebi, evrimcilerin bu derece açık olan
yaratılış delillerini dahi bir türlü kavrayamamalarıdır. Eğer, bir gün
bir evrimciden, göz ve kulaktaki bu üstün tasarım ve teknolojinin nasıl
olup da tesadüfler sonucu meydana geldiğini açıklamasını isterseniz,
hiçbir makul ve mantıklı cevap veremeyeceğini açıkça göreceksiniz.
Darwin bile, Asa Gray’a yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektubunda “gözleri
düşünmek beni bu teoriden soğuttu” diyerek, evrimcilerin canlılıktaki
üstün tasarım karşısındaki çaresizliğini itiraf etmiştir.( Norman
Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason. Boston: Gambit, 1971, s.
101)
Evrim Teorisi Dünya Tarihinin En Etkili Büyüsüdür
Bu sitede evrim teorisinin bilimsel olarak hiçbir delili
olmayan, aksine paleontoloji, mikrobiyoloji, anatomi gibi bilim
dallarında elde edilen bulgular tarafından çürütülen bir teori olduğu
bilimsel delilleri ile açıklandı. Önceki sayfalarda da evrimin bilimsel
bulguların yanısıra akıl ve mantıkla da hiçbir şekilde bağdaşmadığı
üzerinde duruldu.
Burada şunu belirtmek gerekir ki, önyargısız, hiçbir
ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan
her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların hurafelerini andıran
evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu kolaylıkla
anlayacaktır.
Geçmiş zamanlarda timsaha tapan insanların inanışları ne derece
garip ve akıl almazsa günümüzde Darwinistlerin inanışları da aynı
derecede akıl almazdır. Darwinistler tesadüfleri ve cansız şuursuz
atomları yaratıcı güç olarak kabul ederler hatta bu inanca bir dine
bağlanır gibi bağlanırlar.
|
Yukarıda da belirtildiği gibi, evrim teorisine
inananlar, büyük bir varilin içine birçok atomu, molekülü, cansız
maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen, akleden,
buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein,
Galileo gibi bilim adamlarının, Humphrey Bogart, Frank Sinatra,
Pavarotti gibi sanatçıların, ve bunların yanısıra ceylanların, limon
ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma
iddiaya inananlar bilim adamları, pofesörler, kültürlü, eğitimli
insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için “dünya tarihinin en büyük ve
en etkili büyüsü” ifadesini kullanmak yerinde olacaktır. Çünkü, dünya
tarihinde insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve mantıkla
düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir perde çekip
çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç veya
iddia daha yoktur. Bu, eski Mısırlıların Güneş Tanrısı Ra’ya, Afrikalı
bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının Güneş’e tapmasından, Hz.
İbrahim’in kavminin elleri ile yaptıkları putlara, Hz. Musa’nın kavminin
altından yaptıkları buzağıya tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz
bir körlüktür.
Gerçekte bu durum, Allah’ın Kuran’da işaret ettiği bir akılsızlıktır.
Allah, bazı insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri
görmekten aciz duruma düşeceklerini bir çok ayetinde bildirmektedir. Bu
ayetlerden bazıları şöyledir:Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da,
uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar. Allah, onların
kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler
vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
…Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri
vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar
hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil
olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah bir başka ayetinde ise bu insanların mucizeler
görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini bildirmektedir:Onların
üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de,
mutlaka: “Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz”
diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Bu kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili
olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak tutulmaları, 150 yıldır bu
büyünün bozulmaması ise, kelimelerle anlatılamayacak kadar hayret
verici bir durumdur. Çünkü, bir veya bir kaç insanın imkansız
senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara inanmaları
anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz ve
cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir
organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle
işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan
Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları
meydana getirdiğine inanmasının, “büyü”den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran’da, inkarcı felsefenin savunucusu
olan bazı kimselerin, insanları yaptıkları büyülerle etkilediklerini Hz.
Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere bildirmektedir. Hz.
Musa, Firavun’a hak dini anlattığında, Firavun, Hz. Musa’ya kendi
“bilgin büyücüleri” ile insanların toplandığı bir yerde karşılaşmasını
söyler. Hz. Musa, büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce onların
marifetlerini sergilemelerini söyler. Bu olayın anlatıldığı ayetler
şöyledir:
(Musa:) “Siz atın” dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini
büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir
getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)
Görüldüğü gibi Firavun’un büyücüleri yaptıkları
“aldatmacalar”la – Hz. Musa ve ona inananlar dışında- insanların hepsini
büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına karşılık Hz. Musa’nın
ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayetteki ifadeyle
“uydurduklarını yutmuş” yani etkisiz kılmıştır: Biz de Musa’ya: “Asanı
fırlatıver” diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o
bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini
buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş
oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi,
117-119)
Ayette de bildirildiği gibi, daha önce insanları
büyüleyerek etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir uydurma olduğunun
anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de
bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma
iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu
iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve
“büyü bozulduğunda” küçük duruma düşeceklerdir. Nitekim, yaklaşık 60
yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan, ancak daha
sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın
gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin
tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna
oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin
inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır.
(Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans,
1980 s.43)
Bu gelecek uzakta değildir; aksine çok yakında insanlar
“tesadüfler”in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya
tarihinin en büyük aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak
tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla dünyanın dört bir
yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Evrim aldatmacasının
içyüzünü öğrenen bir çok insan, daha önceden bu aldatmacaya nasıl
kapıldığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.